Zamanın birinde padişah ile iki veziri varmış. Gezerken pınarın başına gelmişler. Pınarın başında da bir kızcağız oturmuş gergef işlermiş Padişah, kızı pek beğenmiş. Bakalım demiş, güzel olduğu kadar akıllı mı?
Kıza sormuş:
-Yavrum, ne işlersin?
-Gergef işliyorum efendim.
-Baban ne iş yapar?
-Azı çok yapmağa gitti.
-Peki, annen?
-Biri iki yapmaya gitti.
-Hımım... Eviniz çok güzel yavrucuğum, ama, bacası yamuk?
-Bacası yamuktur, ama, dumanı doğru üfler efendim.
-Peki kızım! Sana iki kaz yollasam yolar mısın?
-Hay hay efendim... Padişahı alır bir düşünce. Bu kızcağız pek akıllı, ama ne demek istedi?... Vezirlerini çağırır ve: - “Bunların cevaplarını öğreneceksiniz. Öğrenmezseniz sizin için hiç iyiolmaz!” der. Vezirler başlarlar kara kara düşünmeye... Sonunda:
- “Aman ne düşünüyoruz, kıza soralım, bir kese altını alınca bülbül gibi öter” diyerek kıza giderler.
- “Kızım şu soruların cevabını söyler misin bize?”
- “Tabii, ama bir kese altın isterim.” Verirler bir kese altını... Kız konuşur:
- “Babam rençberdir. Azı çok yapmaktan maksat bu. Annem ebedir; doğum yaptırır. Biri iki yapar. Padişah “eviniz güzel, ama, bacası yamuk” demekle “güzelsin, ama, gözlerin şaşı” demek istedi. Ben de “gözlerim şaşıdır, fakat, iyi görürüm” dedim. “İki kaz göndersem yolar mısın? diye sormuştu. Ben de “hay hay” dedim. İki kaz da sizsiniz; sizi yoldum.